Thursday, August 5, 2010

kucuk seylerin tanrisi


cello. insan sesine en yakin ses cikartan enstruman. ve stockholm en iyi cello sesiyle anlatilabilir bence. bu yaziyi bach cello suite no 6 esliginde okumanizi isterim:

eski, tarihi sehirlerin bir merkezi vardir ya; old town. stockholm'un eski sehir merkezi de gamla stan. kralin sarayiyla baslayan bu yolculuk sizi daracik sokaklar, kocaman renkli binalar ve bir suru kucuk dukkanla dolu bir dunyaya goturuyor. hansel'le gratel masalini hatirlatiyor bu dunya insana. sanki o sokaklarda ve o binalarda normal insanlar, normal hayatlar yasanamazmis gibi. kim yasiyor acaba buralarda dedik yurudukce. dukkanlara hayret ettik bir de. siradan hediyelik esya satan dukkanlarin yanisira siradisi dukkanlar vardi. siradisi geliyor buralar bana cunku icleri asla varliginin farkinda olmadiginiz, ozellikle arayip bulmaya calismadiginiz yuzlerce, binlerce kucuk seyle dolu. yine oyle bir yere girip cikmistik ki, anladim ben bu dukkanlarin ne sattigini dedim, huzur satiyor buralar. icerde herkes buyulenmis gibi dolasiyor, sonra sectigi bir iki kucuk seyi kasaya goturuyor ve yuzunde tatli bir gulumsemeyle dukkan sahibi paketliyor sizin icin huzuru ve onunuze birakiveriyor. gel de huzur bulma. huzur sizi buluyor bir kere. alip cikiyorsunuz disari ve bu sefer daha cok seviyorsunuz sokaklari, evleri, gokyuzunu, bulutlari..

istanbul'dan bir arkadasim geldi bu hafta. onunla bir tek gunumuz vardi sehri gezmek icin. bizim evden sehir merkezine yuruduk. eski sehri de ara sokaklara goz atarak dolastik. o daracik ara sokaklar kucuk meydanlara cikartiyor sizi. onlardan birinde yemek yedik. o kadar cok sey yedik ki yan masada oturan turist kadinlar gozleri kocaman olmus bize baktilar surekli. bir grup sokak calgicisi cok guzel muzik yapiyordu. bir tarafta da sadece burda gordugum sokakta degisik bir tahta oturakta (disci koltugu gibi birsey ama tahta ve sirt ustu degil yuz ustu oturuyorsunuz) masaj yapan insanlar vardi. onlari izledik bir yandan. ve bu guzel gunun aksaminda evde kurdugumuz guzel sofra, yedigimiz guzel yemek, ictigimiz guzel sarap, ve esliginde guzel sohbet, derken sanki guzellikler bitmek bilmiyordu. gecenin ilerleyen saatlerinde oturma odamizda camin onune koydugum biblolarimizi alip masaya getirdim. gamla stan'da girdigimiz kucuk seyler dukkanlarindan birinde ben cok begenince sevil bunlari bize hediye olarak almisti. sonra hep birlikte mum isiginda bu kucuk biblolari incelemeye basladik. bir kiz ve bir erkek figuruydu bunlar. yuzleri cizilmemisti. erkek onunde kavusturdugu ellerinde altin kalbini ve kiz da arkasinda bir demet cicegi simsiki tutuyordu. onlarin hikayelerini anlamaya, anlatmaya calistik. cesitli sekillerde yanyana koyduk onlari. her bir cizgi oyle buyuk bir ozenle cizilmisti ve her bir durusta birbirleriyle, bizimle oyle guzel konusuyorlardi ki cok sasirdik. belki de konusmak icin sozcuklere de gerek yoktu bazen. bir durus yeterliydi.

kucuk seylerin tanrisi geldi aklima. bunlari o yaratmis olmali diye dusundum, gecenin bir yarisi bizi bu yaratiklara hayran biraktiran da gene o olmali.
not: fotograflar ertesi gun, mutfak masamizda ve tarafimdan cekilmistir.
not2: iyi ki geldin sevil. gene gel!

1 comment:

  1. gmail accountu almamın sebebidir bu dingin yazı...huzur satan dükkanlar sonra...

    ReplyDelete