Friday, February 1, 2019

sadece ekmek



yoğrulmayan ekmek bu tarifin adi. super, super kolay ve cok güzel bir tarif.

malzemeler soyle:

3 cup un
1/2 cay kasigi kuru (instant)maya
1/2 cay kasigi tuz
1.5 cup sicak su

bir kabin içerisinde un, maya ve tuzu karistiyoruz. sonra sicak suyu ekliyoruz. su kaynar olmayacak ama ilik sudan hallice sicak olacak. elimizi sürmek yok, kasikla soyle bir karistiriyoruz.

ele yapisan kivamda bir hamur olacak. bu yüzden olcunun üzerine bir-iki parmak daha su eklediğim oldu.

sonra kabin üzerine naylon folyo kapatip hamuru dinlendiriyoruz. tarif 3-4 saat diyor ama ilk seferde ben hamuru unuttum, saatler sonra baktim hala pek mayalanmamis. saat de cok gec olmuş. en iyisi sabaha pişireyim ben bunu diye dusunup hamuru oylece birakip yattim. 12-13 saat sonra üzerini hafif unladigim buyuk boy bir servis tabagina aktardım ve üzerine de un serpip hamuru sadece disi unlanacak sekilde alt-ust cevirdim biraz.

içine firin kagidi yerlestirdiğim borcamin içine hamuru koyup kapagini kapattım ve bu sekilde yarim saat daha beklettim.

230 derece isinmis firinda kapagi kapali bir sekilde 30 dakika pişiriyoruz. ekmek kabarip pembeleşmiş oluyor bu sure sonunda. sonra borcamin kapagini kaldirip 10-15 dakika daha uzeri acik bir sekilde pişiriyoruz. ekmegin uzeri kizardiginda fırından cikartiyoruz.

sonra firin kagidi ile borcam'dan cikartip bir havlu üzerinde sogumasini bekledim. tarifin yorumlarinda birisi ekmek iyice soğumadan kesilmemeli cunku ici kendi kendine pişmeye devam ediyor dedi. demek sicak ekmegin icinin hamur olmasinin da sebebi buymus :)

gece yatmadan 3-5 dakikada hamuru hazirlar yatar, sabah da kalkar kalkmaz ikinci asamayi yaparsaniz sabah kahvaltısına sicacik, citir citir ekmeğiniz hazir oluyor.

asagiya orjinal tarifin linkini de koyuyorum sevgili izleyiciler...

https://www.jennycancook.com/recipes/faster-no-knead-bread/



Monday, October 22, 2018

asure / noah's pudding




asure yapmanin mutlulukla kesinlikle bir ilgisi var sevgili izleyiciler :)

haftalardır sehrin cesitli koselerinden asure malzemesi toparlıyordum. asurelik buğday ve nar her an her markette bulunabilecek seyler değil tabii gurbet ellerde. sonunda hersey tamam oldu ve cumartesi gecesi bugdayi islatip yattim. pazar gunu bugdayi ocağa koydum ve diger malzemeleri mutfak tezgahina cikartmaya basladim. tariflerde yazdigi gibi her malzemeyi ayri ayri haşlıyorsunuz falanlar bu devirde yalan olmuş vaziyette. aşure yapmak cok zor değil aslinda modern zamanlarda. cunku hepsi haslanmis sekilde kutularda mevcut. fasulye, nohut... nohut? ve birden farkediyorum ki bir önceki hafta nohut yemeği yapip evdeki tum nohutu kullanmisim. tarifi asagiya nohutlu sekilde yazacagim ama aslinda bizim asure sadece fasulye ile yapildi. neyse ki fasulyemiz karisik fasulye idi ve kutuda 3 farkli renk fasulye vardi. 

ben ne yaptıysam onu anlatacagim. mesela oldum olasi asurede kuru uzum sevmem. uzumleri kasenin dibinde birakir sonra anneme yedirirdim çocukken. buyuyunce de gene onlari en sona birakip tek kasikta yedim. kendi asureme uzum koymadım. daha cok sevdiğim kayisi ve incir gibi seyleri cokca koydum. zaten asure nasil yaparsaniz oyle olabilen bir tatli imis. dun aksamki tecrubem de bana bunu ogretti. 

sedef'in asuresinin tarifi:

1/2 kg aşurelik buğday
300 gr haslanmis nohut
300 gr haslanmis fasulye
1 dolu çorba kasigi nişasta
1,5 cup toz seker
4-5 adet karanfil
1 tatli kasigi vanilya
kuru incir, kuru kayisi
uzeri için ceviz ve nar

her yerde geceden bugdayi islatin yazıyor ve ben de oyle yaptım ama bugday cok zor pisen birsey değil. bikac saat islatip ise koyulsaniz da olur bence. 

bugdayin suyunu suzup buyukce bir tencereye aldim. uzerine bir iki kez su alip doktum, biraz yikadim yani bugdayi. sonra bugdayin 3-4 parmak ustune cikacak kadar su ile hasladim bugdaylari. bugdaylar iyice acilacak. gene soguk sudan gecirdigim haslanmis fasulyeleri ekledim sonra. 

bugdaylar piserken kayisi ve incirleri dogradim.

nisastayi yarim bardak soguk suyun icinde erittim ve tencereye ekledim. vanilyayi ekledim. sonra sekeri. bu arada hafif hafif karistiriyoruz surekli. nisastanin pistigine kanaat getirince kuru meyveleri ve karanfili ekledim.

seker miktari için tadina bakabilirsiniz. su miktari ise cok onemli bir konu. asurenizin hazir olduğuna karar verip altini kapatacaginiz zaman asure kati kivamda olmamali. tipki yayla corba gibi bugdaylar durduğu yerde su cekmeye devam ediyor. bu yuzden hafif sulu vaziyette bitirmekte fayda var bence. sulandırmak icin icine kaynar su ekleyip bi tasim kaynamasini bekliyoruz. en son su eklerseniz sekerine de bakmak lazim gene.

biraz soguyunca kaselere, bardaklara alabilirsiniz. uzerini bicakla parcaladigim ceviz parcalari ve narla susledim.

harika bir asure oldu :)

Friday, October 12, 2018

lahmacun

dag daga kavuşmaz. turk insani lahmacuna kavuşur :)



olur mu olmaz mi demedim. yaptım ve cok güzel oldu. cok da basit. yarim kilo kiymadan 15 lahmacun cikti.

hamuru da yapılabilir ama ozellikle bu sekilde denemek istemiştim zaten. yurt disinda taco ekmeği olarak satilan ve cesitli versiyonlari olan lavas ekmekle yapıyoruz bu lahmacunu.

ici için:

1/2 kg kiyma
1 buyuk soğan
2-3 dis sarimsak
1 kasik biber ve 1 kasik da domates salcasi
2-3 orta boy olgun domates
tuz, karabiber, kirmizi biber, kimyon
1/2 cay bardagi zeytinyag
1 cay bardagi su

soğan, sarimsak ve domatesi mutfak robotundan geçiriyoruz.

sonra tum malzemeyi iyice karistiriyoruz. ince kiyilmis maydanoz da cok yakisir tabii. evde yoktu, ben baharat gibi kurutulmuş maydanoz koydum. ayrica cesitli tariflerde ince kiyilmis biber de var.

sonra lavaslari tepsiye dizip yumurta fircasi ile üstlerini su ile bir guzel islattim. oldukça ince kiyma harci koydum.

170 derece firinda pistiler.

lavaslarin kenarlari kitir kitir oluyor. cig hamurdan daha hizli kavruluyorlar tabii. onun disinda gayet basarili bir tarif.

bir de hazir pizza hamuru ile denemek lazim. sonra bir de hamurunu yapmak lazim :)

Wednesday, August 16, 2017

no home for the wind!

bebek yapım bakım onarım adlı blogda yayınlanan bu yazım geldi aklıma. google'de ilk bakışta bulamadım. yoksa silindi mi diye üzüldüm. iyisi mi şuraya kopyala-yapıştır yapayım dedim.mart 2018'de yazının 5. yıl dönümü münasebetiyle yenisini yazıp yayınlayayım. kısmetse.. :)
25 Mart 2013 Pazartesi

Rüzgarın Evi Yok!

Bugünkü misafir yazarım bebek sahibi olduktan sonra İsveç'den Türkiye'ye taşınan fakat ¨tutunamayan¨ arkadaşım Sedef. Türkiye'de çocuk yetiştirmenin zorluklarından ve iki arada bir derede kalmışıktan bahsediyor. İyi okumalar...
Mahmud Derviş, Edward Said için yazdığı vedada şöyle demiş: 

On wind he walks, And in wind he knows himself. 
There's no ceiling for the wind, 
No home for the wind. 
Wind is the compass of the stranger's north. 
He says: I am from there, 
I am from here, But I am neither there nor here. 
I have two names which meet and part. 
I have two languages. 
But I have long forgotten which is the language of my dreams. 

3 yıl önce evlenerek, çok sevdiğim İstanbul'u terkedip, Stockholm adlı kuzeyde bir yere taşındım. İsveç, yaşamak için harika bir yer ve Stockholm de çok güzel bir şehirdi. Ancak evden uzakta olmak çok zor geldi bana. Artık başka bir evim vardı benim. Hatta hem orda hem burda şeklinde 2 evim vardı. Ne kadar da şanslıydım. Diyerek kendimi kandırmaya çok çalıştım ama işin aslı; ordan oraya esen rüzgarın evi yoktu! 

Gittikten 6 ay sonra hamile kaldım. Ada tam 42 hafta anne karnında kaldı. Bebeğimin keyfi yerindeydi. Ebemin söylediği buydu. Hamileliğimi her türlü stresten, yorgunluktan uzak, kitap okuyarak, kafamı dinleyerek, uzun yürüyüşler yaparak geçirmiştim. Bebeğin rahatlığının sebebi de bu herhalde diye düşündüm, mutlu oldum. Doğumdan sonraki ilk aylarsa benim için fiziksel sınırlarımı zorlayan bir dönem oldu. Ada çok ama çok uslu bir bebekti. Görenlerin hayretten ağzı açık kalıyordu. Fakat tek başına bebek bakmak inanılmaz zordu. Kulağa abartılı gelebilir ama dolaptaki yemeği çıkartıp ısıtacak fırsatı bulamadığım, eşim işten gelene kadar tuvaletimi tuttuğum günler oldu. Fakat zorluklarından çok güzellikleri kimseyle paylaşamıyor olmak, Ada'nın bizden başka kimsesiz bir çocuk olarak, tüm sevdiklerimizden uzakta büyüyeceği gerçeği kafama takılıyordu. Gün gelecekti Ada kendini isveççe çok daha iyi ifade edecekti ve ben onu yakalayamadığım bazı detaylarda belki de kaybedecektim. Bu düşünceleri deştikçe yenilerini buldum, buldukça yerimde duramaz oldum.

Bebeğimiz 9 aylıktı, valizlerimizi topladık. Ama evimizi kapatmayıp eşyalı olarak kiraya verdik. Eşimin yarı ücretli kullanabileceği 6 ay bebek izni vardı. 2 ay da yaz tatili izniyle birleştirdik. Benim İstanbul'daki evim duruyordu. Kimsenin kolay kolay sahip olamayacağı pekçok şansa sahiptik yani. Böylece 8 aylığına Türkiye'ye dönüş denemesi yapmaya karar verdik ve soluğu Türkiye'de aldık. Biz anne-baba olarak çalışacaktık, çocuğumuzu da herkes nasıl yapıyorsa o şekilde büyütecektik işte... Sahi, yalnızca 4 ay doğum izni olan, insanların işe gidip gelmek için akıl almaz saatleri yollarda geçirdikleri, mesai saatlerini dizginlemenin mümkün olmadığı bu memlekette insanlar nasıl çocuk büyütüyordu, okul öncesi 0-5 yaş döneminde çocuklar ne yapıyordu?
Yatılı bakıcı tutmak diye bir uygulama vardı. Herkes öyle yapıyor dedi arkadaşlarım. İyi bir kadına rastlamaksa tabii ki büyük bir şanstı. Yani 9 aydır gözümü kırpmadan baktığım bebeğimle kumar oynayacaktım. Herkes böyle yapıyordu çünkü. Ben yapamadım. CV'mi birtek yere dahi gönderemedim. İşe giderken yürüyüş mesafesinde bir kreşe çocuğumu bırakmak, sonra iş çıkışı uğrayıp almak, birlikte eve geri dönmek İstanbul için fantastik bir hayaldi... Bunların gerçek olabileceğini bile bile de aksini yapmaya kalkışmak benim mantık sınırlarımın dışında kaldı.

Türkiye'de okul öncesi dönemde çocuk eğitimiyle ilgili ciddi olarak hiç konuşulmuyor farkında mısınız? Çocuk gelişiminin bu en önemli döneminde çocuklar 4 duvar arasında eş-dost ya da bakıcı, bir takım kadınlarla hapis durumdalar. 5 yaşında okula adım attıkları günün sonrasında tüm çocukluklarını ve gençliklerini geçirecekleri baskıcı, rekabetçi, zorlu eğitim sistemine bu şekilde hazırlanıyorlar. Travma üzerine travma yani... Çocuklu kimle konuşsam paralı okulların çılgın ücretlerinden, kucak dolusu para dökdükleri bu okullardan memnuniyetsizliklerinden bahsediyorlar. Sistem bir taraftan çocukları, diğer tarafta da kendisini beslemekle yükümlü hale getirdiği anne babaları eziyor. Akıl alacak gibi bir düzen değil yani. İstanbul'un altyapı olarak bir çocuk ve çocuklu aile için nasıl imkansızlıklarla dolu olduğuna hiç girmiyorum bile. Eğitim sisteminin kötülüğünün yanısıra, ülkenin sosyal ve politik olarak içinde bulunduğu karanlık tablolarsa dönüş tezimize anti-tez olarak insanlardan en çok duyduğumuz konular.
 
2 ayı Ege kıyılarında ve 6 ayı da İstanbul'da olmak üzere Türkiye'de 8 ayımızı doldurduk. Dönüş kararını vermemizse epey önce oldu. Eren'e bunu ilk söylediğimde benden Bebek Yapım Bakım Onarım için Stockholm'e geri dönüş nedenlerimi anlatan bir yazı yazmamı istedi. Yurt dışında yaşayan tüm arkadaşlarım, tanıdıklar için bir deneydi aslında benim yaşadığım. Kimsenin kolay kolay organize edemeyeceği kadar da kontrollü bir deney. Duygu ve düşüncelerimi merakla bekleyen bu insanlar için de yazıyorum bu satırları.

Gidilen her ülkenin, kurulan her hayatın şartları mutlaka farklıdır. Ama genel olarak gördüğüm yurt dışında buraya kıyasla çok minimal hayatlar yaşadığımız. Yani burda duzeninizi kurduktan sonra da hayat kimi açılardan daha zengin ve daha renkli. Orası kesin. İstediğiniz, özlediğiniz buysa Türkiye'ye geri dönmek elbette mümkün.

Ben gidiyorum çünkü şimdi 17 aylık olan kızım Ada'yı kendim büyütmek istiyorum. Anne olmuş bir kadın olarak kendi hayatıma da insani şartlarda devam etmek istiyorum. Çocuğumuzun eğitimi, yarını, geleceğimiz için endişelenmeden doya doya ve birlikte günlerimizi geçirebilelim istiyorum. Boş zamanlarımızda değil de dilediğimiz gibi anne ve baba olabilelim istiyorum. Ada huzurlu ve mutlu büyüsün, çeşitli baskılara maruz kalmasın istiyorum. İşte hepsi bu! 

Son olarak, bütün kalbimle diliyorum ki, evden uzaktaki herkesin, bir gün geri dönüş için yolu açık olsun! 

Sedef Kürüm Kömürcü 
Şubat 2013, İstanbul

https://bebekyapimbakimonarim.blogspot.se/2013/03/ruzgarn-evi-yok.html

Thursday, January 26, 2017

zeytinli ekmek



süper kolay bir tarif. çok güzel oluyor. yalnız sonuçta 8 adet küçük ekmekçik oluyor. bence tarif iki katı malzeme ile yapılabilir. gerçi bu da hiç kalmadı, bayatlamadı, iyi oldu.

malzemeler:

250 gr un
1 tatlı kaşığı tuz
1/2 tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı kuru maya
150 ml ılık su
1 yemek kaşığı zeytinyağ (hamur için, ek olarak üzerine de sürülecek)
10 adet zeytin (daha az ya da çok da koyulabilir)
taze biberiye (ben kuru koydum)

yukardaki tüm kuru malzemeyi karıştırıp sonra sıvıları ve zeytini ekliyoruz. yoğurarak yumuşak bir hamur elde ediyoruz. üzerini kapatıp 1-2 saat bekletiyoruz.

ben 2 saatten fazla beklettim. son yarım saatte kalorifer peteğinin yanına koydum hamuru. kabarmasına faydası oldu. hamuru mayalanması için ılık yerde bekletmek çok etkili oluyor.

sonra hamuru 8 parçaya bölüp, yuvarlayıp yağlı kağıt serdiğim fırın tepsisine dizdim. üzerlerine zeytinyağ sürdüm.

220 derece ısınmış fırında 20 dakika kadar piştiler. bu iş fırından fırına farkediyor tabii. ekmeklerin üzeri kızarmışsa pişmiş demektir.

mis gibi zeytinli ekmekler hazır oluyor :)

Tuesday, November 1, 2016

crustless spinach quiche



valla adı böyle. ama bana sorarsanız artistik bir ıspanaklı omlet bu. çok hafif ve güzel oluyor.

1 orta boy soğan
200-300 gr ıspanak
6 yumurta
1 büyük bardak kaşar rendesi
1 büyük bardak ufalanmış beyaz peynir
tuz, karabiber
zeytinyağ

yemeklik doğranmış soğan ve ıspanağı bol zeytinyağında kavuruyoruz.

bir kapta yumurtaları telle çırpıp içine tuz, karabiber ve peynirleri katıyoruz. sonra soğanlı ıspanağı da koyup kaşıkla iyice karıştırıyoruz.

cam bir fırın kabına bu karışımı döküp 180 derecede yarım saat kırk dakika kadar pişiriyoruz.

üzeri börek gibi kızarıyor, çok güzel şişiyor da. fırından çıkınca sönüyor biraz gerçi.

aynı tarifi silikon muffin kaplarına dökerek tane tane de yapabilirsiniz.

yumurta seven çocuklar bunu da çok sever. kızarmış ekmekle çok afiyet olur :)

Thursday, August 18, 2016

üzümlü ekmek



erzak dolabını düzenleyince bir kavanozda kuru üzüm buldum. ne yapsam diye bakınınca da ekmek makinası kitabında üzümlü ekmek tarifi buldum.

sütlü, bol tereyağlı, kekten hallice birşey oldu :)

malzemeleri aşağıdaki sırayla makinanın haznesine koyuyoruz.

3 çorba kaşığı süt
5 yumurta
210 gr tereyağ (oda sıcaklığındaki yağı bıçakla parçalara ayırıp koyuyoruz)
2 çay kaşığı tuz
6 çorba kaşığı toz şeker
530 gr un
2.5 çay kaşığı kuru maya

1000gr ekmek ayarında ve 4 numaralı programda (3 saat 50 dakikalık) yoğruluyor, mayalanıyor ve pişiyor.

program başladıktan 15-20 dakika sonra makina bipbip yapınca, tarif 140 gr diyor ama ben daha az koydum, daha çok da koyabilirsiniz tabii, kuru üzümleri de hamurun üzerine boşaltıyorsunuz.

ilk günden sonra buzdolabında muhafaza ederseniz günlerce kesip kesip yiyebileceğiniz koca bir üzümlü ekmeğiniz oluyor.

epeydir ekmek makinalı tarif koymamıştım. benim makina tefal bu arada. belirtmekte fayda olabilir.