Friday, December 31, 2010

hoşçakal mavi kuş

2010'un son yazısı ne olsun diye düşünüyordum birkaç gündür. ama canım birşey de yazmak istemedi bir türlü. sonra mavi kuş geldi aklıma. 2010'da çok dinlediğim, çok düşündüğüm bu güzel şarkıyla hoşçakalın.

mavi kuş her daim sarhoş
biraz da bize kızmış, onun için hiç yüz vermiyor
oysa güzel şarkıları vardı yıldızlara ve denizlere
ama söylemiyor ki bizlere
susuyor
suç işlemiş eller gibi
perondaki boş trenler gibi
ucu görülmeyen tüneller gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş
saksağanın şakası sandılar
muhabbet kuşları ve papağanlar
belki de arkadaşındırlar
kargalar gibi karaladılar
kırlangıçlar ve serçeler
bize biraz yalan söylediler
çok saftık
zararsız küçük yalanlar gibi
yağmurdan kaçanlar gibi
bütün vapurları kaçıranlar gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş
mavi kuş sanki bir düş
kaşla göz arasında
geceyle gündüz ortasında
sokaklar bile sokaklara kesişir
gölgeler ki güneşe bağlı
biz ikimiz de öyleyiz
ama bilmeyiz
ağıramamış aydınlıklar gibi
kireç tutmuş çaydanlıklar gibi
hiç sevişmemiş insancıklar gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş
mavi kuş her daim sarhoş
biraz da bize kızmış


Wednesday, December 29, 2010

semizotu salatası


sebzesel çalışmalarım devam ediyor. geçenlerde bir paket semizotu aldım. galiba 400 gr vardı içinde. yarısını bir akşam ve kalan yarısını da ertesi akşam 2 farklı çeşit salata yaptım.

aslında ikisi de çok basit. bildiğimiz şeyler. fakat bazen bazı şeyleri aklıma/aklımıza gelsin diye buraya koyuyorum.

her iki seferde de yapraklari iyice yıkayıp sonra sirkeli suda beklettim.

yoğurtlusu için bir kapta yoğurdu biraz sulandırıyoruz. sonra içine ezilmiş 1-2 diş sarımsak ve tuz koyup karıştırıyoruz. semizotu yapralarını saplarından ayırıp yoğurdun içine ekliyoruz. bir güzel karıştırıyoruz. üzerine de biraz kırmızı toz biber serpiştirdim.

diğeri de normal salata aslında. domates ve salatalığı küçük küçük ve kare kare doğrayıp semizotu yapraklarını da katıp bol zeytinyağı ve limon ekledim. buna ceviz ve hatta kuru üzüm de koyulabilir. evde yoktu ben koyamadım.

semizotunun faydalarına gelince.........

demir ve c vitamini açısından çok zengin olan semizotu tüm sebzeler içerisinde en yüksek seviyede omega 3 taşıyor. omega 3 kalp sağlığı için çok faydalı, kolesterolü düzenliyor, kanı inceltiyor, pıhtılaşmayı önlüyor. gerçek bir antioksidan olan semizotu, kanı üre ve benzeri maddelerden temizliyor. böbrek ve mesane rahatsızlıklarında idrar sökücü olarak kullanılan semizotu böbreklerdeki kum ve taşın dökülmesine yardım ediyor. mide yanmasına iyi geliyor. ayrıca bağırsakları yumuşatıyor.

Tuesday, December 28, 2010

zeytinyağlı brüksel lahana


marketin manav reyonunda yapacağım sebze yemeğine ilham arıyordum. derken brüksel lahanasıyla karşılaştım. ne yapacağımı tam da bilmeden aldım geldim eve. biraz bakındım internette ve sonunda bildiginiz zeytinyağlı yemeğini yapmaya karar verdim.

1 soğan
1 havuç
1 patates
1/2 kg brüksel lahanası
1 avuç pirinç
zeytinyağ, tuz, şeker

önce soğanı bol zeytinyağında hafif kavuruyoruz. sonra havuç ve patatesi ekliyoruz. brüksel lahanalarını da ekleyip üzerine biraz su ve pirinçleri de yıkayıp koyuyoruz. sonra tuz ve 2 tatlı kaşığı toz şekeri de ekleyip pişmeye bırakıyoruz. brokoliler pişene kadar arada su eklemek gerekebiliyor. benim pirinçler hafiften lapa olmuştu ama gene de çok lezzetliydi.

bu arada brüksel lahanasının faydalarına baktım. turpgillerden olan bu sebze ailenin diğer üyeleri gibi akciğer, mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucuymuş. a, c ve e vitamini gibi antioksidan maddeleri bol miktarda içerdiği için de kalp hastalıklarına yakalanma, kalp krizi geçirme ve katarakt olma riskini de azaltıyormuş. yüksek oranda potasyum minerali içerdiği için yüksek tansiyonu düşürüyor, tansiyon dengeleyici görev görüyormuş. son olarak, turpgiller ailesinin tüm üyeleri gibi vücuttaki iyot emilimini azalttığı için guatr hastalarının dikkatli yemesi gerekiyor-muş.

Monday, December 27, 2010

soul kitchen


mutfakta geçirilen saatler ve saatler sonunda bu manzara elde edildi. kendimle çok gurur duydum. haftasonu ilk misafirlerimizi ağırladık. öyle olunca da misafir ağırlama sanatını icra etmek için eksiklerimiz ortaya çıktı. tepsi gibi, en önemlisi benim sürekli dalga geçtiğim zigon sehpalar gibi.

yıllar önce bir akşam evde misafirlerimiz vardı. evin çeşitli köşelerine dağılmış zigonları panik bir şekilde toparlayan annem hızla bir odadan çıkarken aynı odaya hızla girmekte olan sinan kardeşle çarpışmıştı. zigon ikisinin arasında parçalara ayrılmıştı. o gün bugündür güvenmem ben bu zigon denen şeye. zigon yerine bu amaca hizmet etmek üzere bir çare düşünücez artık.

soul kitchen dedim ama mutfakta bana kütüphaneden aldığım caz cd'ler eşlik etti. özellikle bir tanesi çok iyi geldi; kurt elling - nightmoves

albüm içinden bir not: ...the music in every sunrise makes a space inside the skies for setting free.



Thursday, December 23, 2010

risotto


1 su bardağı pirinç
1 soğan
tavuk suyu ya da 1 adet tavuk bulyon
1/2 su bardağı kırmızı ya da beyaz şarap
zeytinyağ, tuz, karabiber

arborio pirinç normal pirinçten biraz daha tombul bir pirinç. bu yemeği, eğer bulabiliyorsanız, bununla yapmak gerekiyor ama istanbul'da pek çok kere normal pirinçle de yapmıştım.

soğanı küçük küçük doğrayıp zeytinyağında çok hafif kavuruyoruz. sonra hiç yıkamadığımız pirinci de ekliyoruz. sonra kepçe kepçe tavuk suyu eklemeye başlıyoruz. bir yandan da karıştırıyoruz. böylece pirinç nişastasını iyice salıyor. bu arada tuz, karabiber ve şarabı da koyuyoruz. tariflerde beyaz şarap yazıyor genelde ama ben kırmızı şarapla da yapıyorum. hafif pirinçleri de boyuyor. beyaz şaraptan daha farklı oluyor. pirinçler suyunu çektikçe tavuk suyu ekliyoruz. ta ki hepsi iyice şişip pişene kadar. bu yemeği fırında kanat yapacağım bir gün yaptım. kanatları önce tencerede haşladım. sonra tepsiye alıp fırına verdim. bu sırada da risotto yapmaya başladım. böylece tavuk suyu elde etmiş oldum. eğer tavuk suyunuz yoksa bütün bu işlemleri normal suyla yapıp ilk su koymanızın ardından bulyonu da koyuyorsunuz.

gerçekten enfes bir pilav oluyor..

Wednesday, December 22, 2010

peynirli poğaça


bir kere yapınca aman ne kolaymış deyip hep yapılan unlu mamüllerden biridir bu poğaça. kendisi aynen pizza hamurundan yapılır. şöyle oluyor yani:

1 yumurta
3 dolu çorba kaşığı yoğurt
1 çay bardağı zeytinyağı
1 çay kaşığı karbonat
un
bunların hepsini karıştırıp kulak memesi kıvamında bir hamur elde ediyoruz. poğaçanın içine çatalla ezilmiş beyaz penir ve maydanoz hazırlıyoruz. ikinci bir yumurtanın sarısını bir kenara ayırıp beyazını peynire koyuyoruz. evde maydanoz olmadığı zaman biraz nane koyuyorum, o da güzel oluyor. sonra hamurdan avucumuzun içi kadar toplar alıp elimizde biraz yuvarlayıp düz bir zeminde-düz servis tabağı üzerinde yapıyorum ben-elimizle bastırarak yassı bir yuvarlak elde ediyoruz. ortasına peynir koyup ortadan ikiye katlayıp uçlarını bastırarak yapıştırıyoruz. tepsiye diziyoruz. tümü bittiğinde ayırdığımız yumurta sarısını hepsinin üzerine sürüyoruz. 180 derece fırında pişiriyoruz. henüz denemedim ama kıymalısı da çok güzel olur herhalde..

Monday, December 20, 2010

un kurabiyesi


un kurabiyesi sevmeyen birini ne duydum ne de gördüm. ancak evde kendi ellerimle yapınca gördüm ki kendi mutfağımızdan ya da annemizin mutfağından çıkmamış un kurabiyesini yemek baya cesaret isteyen bir işmiş. çünkü bu güzelim lezzet sırf yağ, şeker ve undan oluşuyor. çok klişe bir laf olacak ama dışarda kim bilir nasıl malzemelerle yapıyorlar.
son 10 gündür 2 tepsi un kurabiyesi yaptım. ilkini biz yedik. ikincisini de geçen hafta okuldaki lucia kutlamasına götürdüm. ortaokuldayken söylediğimiz santa lucia, san-taaaaa lu-ci-aaa diye bir şarkı vardı. meğer bu bir italyan azizeymiş ve isveçliler de 13 aralık'ta kendisini anıyormuş.

250 gr tereyağ (ya da margarin) - oda sıcaklığında
5 çorba kaşığı pudra şekeri
1 paket vanilya
un

hepsini karıştırıp yumuşak bir hamur elde ediyoruz. unu yavaş yavaş eklemenizi tavsiye ederim. birden sertleşebiliyor hamur. o zaman da şekil vermek zor oluyor. böyle bir durumda çok az sıvı yağ ekleyebilirsiniz.
170 derece fırında pişiriyoruz. kurabiyeler pişince de beyaz kaldığı için arada kontrol etmek lazım. ilk tepsinin altını yaktım. böylece ikinciye öğrenmiş oldum. arada altını kontrol ettim. altı nedense üstten daha çabuk pişti. tepsiyi fırının daha üst rafına koydum ve de alt-üst fırını sadece üst yaptım. son olarak kurabiyeler piştikten sonra üzerlerine pudra şekeri döküyoruz.

Friday, December 17, 2010

telegraph road

13 haziran 2008 mark knopfler konserinde canlı dinleme şansı bulduğum muhteşem dire straits parçasıdır telegraph road. 14 dakikalık bir parçayı insan tekrar tekrar tekrar tekrar ve tekrar dinler mi?

a long time ago came a man on a track
walking thirty miles with a sack on his back
and he put down his load where he thought it was the best
he made a home in the wilderness
he built a cabin and a winter store
and he ploughed up the ground by the cold lake shore
and the other travellers came riding down the track
and they never went further and they never went back
then came the churches then came the schools
then came the lawyers then came the rules
then came the trains and the trucks with their loads
and the dirty old track was the telegraph road

then came the mines - then came the ore
then there was the hard times then there was a war
telegraph sang a song about the world outside
telegraph road got so deep and so wide
like a rolling river

and my radio says tonight it's gonna freeze
people driving home from the factories
there's six lanes of traffic
three lanes moving slow

i used to like to go to work but they shut it down
i've got a right to go to work but there's no work here to be found
yes and they say we're gonna have to pay what's owed
we're gonna have to reap from some seed that's been sowed
and the birds up on the wires and the telegraph poles
they can always fly away from this rain and this cold
you can hear them singing out their telegraph code
all the way down the telegraph road

you know i'd sooner forget but i remember those nights
when life was just a bet on a race between the lights
you had your head on my shoulder you had your hand in my hair
now you act a little colder like you don't seem to care
but believe in me baby and i'll take you away
from out of this darkness and into the day
from these rivers of headlights these rivers of rain
from the anger that lives on the streets with these names
'cos i've run every red light on memory lane
i've seen desperation explode into flames
and i don't wanna see it again

from all of these signs saying sorry but we're closed
all the way down the telegraph road

Thursday, December 16, 2010

aşure sanatı

dünyanın en kuntin insanı ya da belki de tek kuntin insanı arkadaşım arzu bir emaille aşure tarifi yollamış. fakat o kadar şeker bir giriş yapmış ki öylece buraya koymak istedim. kendisi aynı zamanda kitaplarla tescilli uzman bir yemek kişisidir..

Bugün Mısır Çarşısı'na gittim. Dükkanlara gelen insanlar gözlerinde soru işaretleriyle aşure için ne alacaklarını soruyorlar. Onlar da kolayını bulmuş, aşure seti verelim size diyorlar. Demek ki, aşurenin içine ne konduğunu bile bilmiyoruz artık. Unutmamak için bir tarif, sevgilerimle:

Aşure Sanatı

Aşure pişirilmeye bir gün önceden başlanır. Buğday biraz kaynatılır. Nohut ve kuru fasulye suya konur. Sabahleyin buğdayın üzerinde tutmuş olan kabuk kaşıkla alınır; kurdun kuşun hakkı olan bu kısım peşinen sahiplerine dağıtılmak üzere bahçelere, çatılara serpiştirilir. Sonra malzemeler yumuşayana kadar haşlanır. İçine diğer malzemeler eklenir. Tatlandırılır ve kaselere dağıtılır. Aşure pişirilirken bol bol dua etmek, yiyenlere şifa olmasını temenni etmek çok daha güzel olur. Aşurenin pişirildiği yerde kötü söz söylememek gerekir.

Sıcacık aşure hazır olunca kaselere dağıtılır. Üzeri kuşüzümü, çam fıstığı, çörekotu, tarçın, ceviz ve nar taneleriyle süslenir. Elde bu kaselerle konu komşunun kapısı çalınır.
Şimdiden afiyet olsun…

Aşure
½ kg aşurelik buğday
½ çay bardağı pirinç
Yaklaşık 6 litre (30 su bardağı) su
1 su bardağı nohut
1 su bardağı kuru fasulye
250 gr kuru kayısı
250 gr kuru incir
250 gr kuru üzüm
Yaklaşık 4 su bardağı pekmez
3 diş karanfil
2 elma
Birer tutam tuz, karabiber, tarçın
1 çorba kaşığı buğday nişastası
1 çorba kaşığı gülsuyu
Üzerine:
Dolmalık fıstık, fındık, ceviz, kuşüzümü, nar, tarçın, çörekotu
Hazırlanışı:
1. Bir gece önceden buğdayı hazırlayın. Yarım kilo buğdayı ellerinizle ovalayarak bol suda üç dört su yıkayın. İçine yarım çay bardağı pirinç koyup 10 su bardağı suda buğday iyice yumuşayana kadar haşlayın. Nohut ve kuru fasulyeyi de akşamdan ayrı tencerelerin içinde ıslatın.
2. Sabahleyin buğdayın üstü kaymak tutmuş olacak. Bu kaymağı kurdun kuşun yemesi için bahçeye, çatıya serpiştirin. Buğdayı çok büyük bir tencereye alın. Üzerine 15 su bardağı su ilave edip tekrar kaynatın. Bu sırada tahta kaşığın tersiyle buğdayları ezin ki, nişastasını salsın, helmelensin. Nohut ve kuru fasulyeyi ayrı ayrı tencerelerde yumuşayıncaya kadar haşlayın. Nohudun kabuklarını çıkartın.
3. Kuru kayısı ve inciri ince ince doğrayın. Kayısı, incir ve üzümü üzerlerini geçecek kadar suyla ayrı ayrı ateşe koyun, yumuşayana kadar haşlayın. Yumuşayınca üzerlerine 1’er çay bardağı pekmez serpiştirin. Koyu bir şerbet kıvamı alıncaya kadar kaynatın.
4. Bir cezvede 1 çay bardağı suyu karanfillerle birlikte 5 dakika kaynatın, ateşten alın (Aşureye ister bu şekliyle ilave edin, ister karanfilleri çıkarıp sadece suyunu koyun).
5. Elmaları küp küp doğrayın, onu da kısık ateşte önce kaynatın, sonra üzerine 1 çay bardağı pekmez koyup 2-3 dakika daha kaynatın.
6. Kısık ateşte buğdayı ısıtmaya devam edin. Buğday ateşteyken yavaş yavaş bakliyatı, meyveleri, karanfilli suyu ilave edin. Birer tutam tuz, karabiber, tarçın katın. Tadına bakın. Arzu ettiğiniz tatlılığa gelinceye kadar içine pekmez ilave edin.
7. Ayrı bir tencerenin içinde 1 çorba kaşığı buğday nişastasını 1 su bardağı suda çözüp boza kıvamına gelinceye kadar karıştırarak pişirin. Nişastalı suyu, buğdayın içine boca edin. Hep birlikte karıştırarak bir taşım kaynatın. Gülsuyunu katın.
8. Aşureyi kaselere paylaştırın. Dolmalık fıstık, ceviz, kuşüzümü, nar, tarçın, fındık ile süsleyin. Soğumasını bekledikten sonra konu komşuya dağıtabilirsiniz.

Arzu Aygen

Wednesday, December 15, 2010

fırında mantarlı et

önce...

1 soğan
2 domates
mantar
et
zeytinyağ, tuz, karabiber, kimyon

soğanı halka halka kesiyoruz. domatesleri de kuşbaşı. istediğiniz kadar mantar ve gene kabınızın büyüklüğüne ya da kişi sayısına göre kuşbaşı eti de koyuyorsunuz. sonra üzerine tuz, karabiber, yarım çay kaşığı kimyon koyup zeytinyağını şöyle bir gezdiriyoruz. fırına koymadan da bunları bir güzel karıştırıyoruz. sonra 180 derece fırında yaklaşık 40 dakikada filan pişiyor. enfes bir yemek oluyor. hem de görüldüğü gibi süper basit. bu aralar kimyona merak sardım. neye koysam bir başka güzel oluyor. yalnız çok keskin bir baharat olduğunu hatırlatmak isterim. fazla kaçırmamaya dikkat etmek lazım.

ve sonra..

Tuesday, December 14, 2010

orhan veli

şiirlerini daha dün yazmış gibi. söylediği herşey daha dün yaşanmış, düşünülmüş de, az önce söylenmiş sanki. oysa 1914-1950 yillari arasinda, biz henuz portakalda c vitamini bile degilken yasamis.

zülfü livaneli'nin 'ada' albümü onun şiirleriyle doludur. ne çok dinlemiştik lise yıllarında bu albümü. sonra üniversite yıllarında bir gece ders çalışırken birinin aklına gelmişti de arayıp bulmuştuk evde kaseti. dinlemiştik. sus pus olup oturmuştuk.

orhan veli'nin ölümünün 60. yılı bugün.


Monday, December 13, 2010

ludwig - piano in the dark

geçenlerde piyanomu ne kadar özlediğimi farkettim. evin içinde dolanırken birden oturup bir parça birşey çalmayı. hatta bazen kafam çok meşgulken tuşlarıyla oynamayı. sinirlerim bozukken başka yer kalmamış gibi pufuna tünemeyi.

chopin çalmak için piyano çalmaya başladım. ama piyanoma ludwig dedim. klasik müziği de piyanoyu da beethoven'in piyano konçertolarıyla sevdim çünkü. piyano beethoven ve beethoven da piyano demek benim için.

azeri bir piyano hocam vardı; ofelya. çok komik, tatlı bir kadındı. ilk zamanlarımdı, beyer'den küçük küçük etüdler çalıyorduk. daha önce beyer çalarken dinlemekten zevk aldığım bir öğrencim hiç olmamıştı demişti bana. sonra bu çok sevdiğim anımı bir grup idil biret hayranıyla sedef adası'ndaki yazlık evinde ziyarete gittigimiz idil biret'e anlatmıştım. ne mutlu size demişti, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle.

bir süredir de piyano bakıyorum burda. sonra hemen kendi içimde konuyu değiştiriyorum. karanlıkta bekleyen piyanom aklıma geliyor..

when I find myself watching the time
i never think about all the funny things you said
i feel like it's dead
where is it leading me now

i turn around in the still of the room
knowing this is when I'm gonna make my move
can't wait any longer
and I'm feeling stronger but oh

just as I walk through the door
i can feel your emotion
it's pullin' me back
back to love you

i know I'm caught up in the middle
i cry just a little
when I think of letting go
oh no, gave up on the riddle
i cry just a little
when he plays piano in the dark

he holds me close like a thief of the heart
he plays a melody
born to tear me all apart
the silence is broken
and no words are spoken but oh

just as I walk through the door
i can feel your emotion
it's pullin' me back
back to love you

i know I'm caught up in the middle
i cry just a little
when I think of letting go
oh no, gave up on the riddle
i cry just a little
when he plays piano in the dark




Saturday, December 11, 2010

yoğurt


evde yoğurt yapmanın muhtemel sebepleri şunlar olabilir:
1-özellikle yurt dışında küçük kaplarda alıyoruz yoğurdu ve sütün yaklaşık 3 katı pahalı.
2-yoğurtlar yoğurda benzemiyor artık. o kadar uzun süre de öylece durabiliyor ki dolapta insan dehşete düşüyor. bu da gösteriyor ki içinde bol miktarda ve çeşitte katkı maddesi var. günlük sütten yapacağınız yoğurt muhtemelen daha saf olacak.
3-çok zevkli. hatta insanın durup durup yoğurt yapası geliyor.

günlük sütler çeşitli yağ oranlarında var burda. en yağlı olanını alıyorum (%3). sonra bir tencerede kaynatıyorum. çok fokur fokur kaynamasına gerek yok. kaynar kaynamaz ocaktan alıyorum. sonra yoğurdu yapacağım kapaklı tupperware kabın içine boşaltıyorum sütü. kapağı sıkı kapanan herhangi bir kapla da olur. bu arada bohça gibi büyükçe bir bezin ortasına koymuş oluyorum bu kabı da. daha sonra kabı bu bezle bohçalayacağız.

1 çorba kaşığı yoğurdu (her 1 litre süte 1 çorba kaşığı yoğurt) bir kapta kaşıkla hafif çırpıyoruz. krema gibi oluyor. sonra sütün sıcaklığını kontrol ediyoruz. ılık olmayacak. çok sıcak da olmayacak. küçük parmağınızı içine soktuğunuzda hafif ısıracak kadar sıcak olacak. aynen çorba terbiye eder gibi yoğurda kaşıkla azar azar süt koyup yoğurt kabında karıştırıyoruz. 4-5 kereden sonra kabımızdaki sütlü yoğurdu komple sütün içine boşaltıp sütü karıştırıyoruz. sonra üzerini kapatıp bohçamızı da üzerine sarıyoruz. hiç kımıldatmadan 4 saat bekliyor. 4 saat sonra gene fazla sallamadan buzdolabına koyuyoruz. genelde akşam yapıyorum bütün bu işleri ve sabah kalktığımızda süt yoğurda dönmüş oluyor. her seferinde hayret eder mi insan. ben ediyorum.

Friday, December 10, 2010

a year along the abandoned road

just follow your lifelines through.....

geçen sene aşağı yukarı bu zamanlar buraya gelmeye karar verdiğimde kulağımda ve kafamın içinde çalıp duran bir tek müzik vardı: a-ha. her sabah işe giderken bu grubun i-pod'umdaki müziğini dinlemiştim. gruplar alfabetik sıradaydı ve ben a-ha'yı görünce imkan-ı yok başka birşey dinleyemiyordum. bu akşam öğrendim ki a-ha 4 aralık'ta oslo'da verdiği son konserle müziği bıraktığını, daha doğrusu dağıldığını açıklamış. 80'lerin, bütün çocukluk ve gençlik hayallerimin sesi bu grup koca bir sene beni buraya çağırdıktan sonra sahneden çekilmiş.

bu videoyu norveçli bir a-ha hayranı 1 senede çekmiş. norveç fjordlarında 1 sene boyunca yapılmış çekimlerin görüntülerini time lapse photography ile normalden 50.000 kez hızlı olarak kullanıp birleştirerek yaklaşık 9 dakikalık kısa bir film yapmış. film 91'de oslo'da en iyi kısa film seçilmiş.
daha sonra a-ha şarkının klibini yaparken bu görüntüleri kullanmış. grup elemanları ve videoyu yapanlar oturup birlikte montajlamışlar görüntüleri ve şarkıya uydurmuşlar. klip ekranda norveç kralı 5. olav'ın bir şiiri ile başlıyor.

When I look back

I see the landscapes
That I have walked through
But it is different

All the great trees are gone
It seems there are
Remnants of them

But it is the afterglow
Inside of you

Of all those you met
Who meant something in your life

—Olav Rex, August 1977


şiir de, şarkı da, video da, klip de o kadar güzel ki...

http://www.youtube.com/watch?v=DCkbfyk6XGc

One time
to know that's it's real
One time
to know how it feels
That's all

One call
your voice on the phone
One place
A moment alone
That's all

What do you see, what do you know?
One sign, what do we do?
Just follow yours lifelines through
What if it hurts, what then?
One sign , what do you say?
Don't throw your lifelines away

One time
just once in my life
Yeah, one time
to know that it can happen twice

One shot
of a clear blue sky
One look
I see no reasons why
we can't

One chance to back to the point
where evrything starts
One chance to keep it together when things fall apart

Just one sign
to make us believe it's true

What do you see, where do you go?
One sign, how do we grow?
By letting your lifelines show
What if we do , what then?
One sign- how will I know?
Don't let your lifeline go

Don't letting your lifeline go
Don't let your lifeline go

Wednesday, December 8, 2010

i'm not there

6 farklı karakter. 6 farklı hikaye. hepsi de bob dylan.
2007 yapımı bir todd haynes filmi i'm not there. oyuncular, özellikle de cate blanchett çok iyi. güzel film. müzikler süper.


dünyanın her tarafında wikileaks konuşuluyor. ortaya çıkan bilgilerin tartışması bir tarafta ve diğer tarafta da bütün bu olanların ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyoruz. çeşitli teoriler var ama gerçekten neler olduğunu kimse bilmiyor.

dün akşam filmde ballad of a thin man'i dinlerken sanki bize sesleniyormuş gibi geldi. because something is happening here, and you don't know what it is, do you, mr jones?!

you walk into the room
with your pencil in your hand
you see somebody naked
and you say, "who is that man?"
you try so hard
but you don't understand
just what you'll say
when you get home

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

you raise up your head
and you ask, "is this where it is?"
and somebody points to you and says
"it's his"
and you say, "what's mine?"
and somebody else says, "where what is?"
and you say, "oh my god
am i here all alone?"

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

you hand in your ticket
and you go watch the geek
who immediately walks up to you
when he hears you speak
and says, "how does it feel
to be such a freak?"
and you say, "impossible"
as he hands you a bone

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

you have many contacts
among the lumberjacks
to get you facts
when someone attacks your imagination
but nobody has any respect
anyway they already expect you
to just give a check
to tax-deductible charity organizations

you've been with the professors
and they've all liked your looks
with great lawyers you have
discussed lepers and crooks
you've been through all of
f. scott fitzgerald's books
you're very well read
it's well known

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

well, the sword swallower, he comes up to you
and then he kneels
he crosses himself
and then he clicks his high heels
and without further notice
he asks you how it feels
and he says, "here is your throat back
thanks for the loan"

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

now you see this one-eyed midget
shouting the word "now"
and you say, "for what reason?"
and he says, "how?"
and you say, "what does this mean?"
and he screams back, "you're a cow
give me some milk
or else go home"

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

well, you walk into the room
like a camel and then you frown
you put your eyes in your pocket
and your nose on the ground
there ought to be a law
against you comin' around
you should be made
to wear earphones

because something is happening here
but you don't know what it is
do you, mister jones?

Saturday, December 4, 2010

you will meet a tall dark stranger

emprovize bir başka insan: woody allen. bazıları sevmez. ben oldum olası severim bu adamı. geçenlerde bu filmini izledim sinemada. tipik bir woody allen filmi. hikaye bir sürü insanın ortasında pat diye başlıyor. bir süre izleyici olarak katılıyoruz olaya. sonra da pat diye bitiyor. hikaye-ler değil tabii. film bitiyor. başı yok, sonu yok. orta yerde eğlenceli bir karmaşa. tabii eğlence izleyene. romantik komedi değil de dram komedi diyebiliriz bu filme. aşk, ilişkiler, evlilik, sadakat ve çitin diğer tarafındaki yemyeşil çimler üzerine bir film.


boccherini dinleyerek ders çalışıyordum da. film geldi aklıma. yazmadan edemedim. beni en üst kura bana sormadan geçiren hocalarım sınava ne zaman gireceksin diye peşime düştüler. aralık'ta girmemek için ocak dedim. yumurta, pardon ocak kapıya dayandı.

yapılması gereken şeyi yapmamak için yapılan şeyler üzerine komik ötesi bir video ile hoşçakalınız..

Friday, December 3, 2010

fırında tavuklu türlü


8 adet tavuk kanadi
1 adet buyuk kabak
1 adet tombul patlican
2-3 patates
1 buyuk sogan
2-3 domates
zeytinyag
tuz, karabiber, kimyon

yemekteki tavuklar sehriyeli corbanin suyuna katkida bulunan tavuklardi. yani firina koyulmadan once biraz pismislerdi zaten. bu yemegi yapacaginiz zaman corbayi da yapmanizi tavsiye ederim.

kabak ve patlicanlari serit seklinde soyup istediginiz gibi dogruyorsunuz. sogani halka halka ve patatesleri para para kesiyoruz. domatesleri de dograyip uzerine soyle bir zeytinyagi gezdirip baharatlari da ekleyip hepsini tepside karistiriyoruz. uzerine tavuklari koyup alt-ust firinda 200 derecede pisiriyoruz. en son tavuklar iyice kizarsin diye firin ayarini izgaraya da alabilirsiniz. turlu firinda cok guzel oluyor. tavuk kanadi ile ayrica hos oluyor. yanina da bol naneli az zeytinyagli koyu bir cacik ile enfes bir yemek..

Thursday, December 2, 2010

tavuk suyuna şehriye çorba


kisin soguklarda sicak bir corbanin yerini hicbir sey tutmuyor galiba..

3-4 tavuk kanadi (but, gogus hepsi olur)
1/2 su bardagi tel sehriye
2-3 domates
1 corba kasigi domates salcasi
tuz, karabiber
1/2 limon

corba yapacagimiz miktarda suyun icinde tavuklari kaynatiyoruz. ayni zamanda tavuk kanatli baska bir yemek daha yapacaktim. butun kanatlari kaynattim bu suda. boylece tavuk suyumuz bol tavuklu oldu. sonra tavuklari alip suya rendelenmis domates, sulandirdigimiz salca, sehriye ve tuz, karabiberi de ekliyoruz. bu arada da haslanmis tavuklarin etlerini kemiklerden ayiklayip didikliyoruz ve bunlari da corbaya ekliyoruz. sehriyeler pisince corba da pismis oluyor. en son yarim limon da sıkıyoruz. yanlislikla karabiberi fazla bosalttim corbaya ve hafif acili oldu bu yuzden. ve fakat tadi enfes oldu bu sekilde. hafif acili seklini tavsiye ederim.


Wednesday, December 1, 2010

sleeping beauty

tarihlerden 1 aralık ve karşı binanın üzerindeki dijital termometre -11 dereceyi gösteriyor. türkiye'de hava dışarda gömlekle dolaşacak kadar güzel-miş. biz burda lahana bebekler gibi giyiniyoruz. hafta başından beri kar yağışı durdu. geçen hafta eksi derecelere düşmüştük zaten ama dün gece iki haneli eksiyi görünce bugün değişik bir manzaraya uyandık. ağaçlar beyaz siluetlere dönüşmüşlerdi. gerçek bir görüntüye değil de bir resme bakarmış gibi oluyor insan. ağaçları merak etmeye gerek yok. onlar derin bir uykudalar. bu havada ve bu mevsimde agaç dikiyorlar burda. nasıl oluyor dedim. meğer uyuyormuş onlar. baharda gözlerini açtıklarında kendilerini yeni bir yerde bulacaklar. onlar da tıpkı benim gibi uykularında ne yaptıklarını bilmiyorlar demek ki.

okuduğum bir kitapta yazar diyor ki, bir filmin ikinci yarısını izlemeye benzer yurt dışında yaşamaya başlamak. bu filmin başı yok. senaryosu, yönetmeni, yapımcısı, oyuncuları, hiçbiri yok! sahnede tek başına emprovize oynamaya benziyor bu iş. tek kişilik oyun. ne çok yaratıcılık, oyun gücü ve nefes istiyor. insan bazen boşlukta beklerken buluyor kendini, ayaklarım ne zaman basacak yere tekrar diye. bazen de bütün bağlarından kopmuş olmanın verdiği rahatlıkla büyük bir özgürlük duygusuyla doluyor. kaynağı belirsiz bir coşku beliriyor. tıpkı chopin impromptu dinlemek gibi. teknik olarak zor bu parçalar hiç düşünülmeden yazılmış sanki. öylece. bir anda. provasız. öncesi yok. kelime köklerine ayrıldığında im (olumsuzluk eki), pro (öncelik eki), vise (önceden görmek) ve parçalar birleştirildiğinde 'önceden görülemeyen' anlamına geliyor.

dün buranın iş bulma kurumuna gittim: arbetsförmedlingen*. aslında tam olarak iş bulma kurumu değil. çalışmayanların kayıt olduğu, böylece işsiz olduklarını belgeleyip işsizlik parası aldıkları bir yer. devlet işssiz vatandaşı gözetiyor bir nevi. danışmanlar iş bulmak konusunda yol göstermek şeklinde yardımcı oluyorlar başvuranlara. ben de aslında fikir edinmek için gitmiştim. rutin 9-6 mesai değil de emprovize birşeyler aradığımı ordaki adama anlatmak zordu. dolayısıyla denemedim bile. iş araştırmak konusunda bir action plan yapmak üzere benden sorumlu bir kişi belirleyip beni tekrar toplantıya çağıracaklarını söylediler. belki o zaman birşeyler çıtlatırım. kim bilir.

dışardaki dondurucu soğuklar insanın hayal gücünü ve yaratıcılığını da pek olumlu etkilemiyor maalesef. belki de ağaçlar gibi uykuya dalmak ve sakince baharı beklemek lazım. şu anda kuzeyde bir yerlerde uyuyan milyonlarca ağaç gibi ve onlarla birlikte..

borodin string quartet no 2, 3rd movement eşliğinde..


*geoid diyor ki bir-iki kişi bakmış bloğa isveç sınırlarından. gerçi burda yeni değillerse biliyorlardır ama arbetsförmedlingen.se adresinde binlerce iş ilanı var ve kuruma gidip kayıt olmaya gerek yok bu ilanlara bakmak ve online başvurmak için. bir de adamları epey sorguladıktan sonra anladım ki onlara bağlı çalışan head hunter/hr couching şirketler var ve işte bunlardan hizmet almak için arbetsförmedlingen'e kayıt olmak gerekiyor. şirketlerin listesi, hangi alanlarda uzmanlaştıkları da gene aynı web adresinde mevcut.