dogulu erkekler biyikli bilinir. peki batili ve biyikli kadinlara ne demeli? yalnizca doguda degil batida da biyik aslinda erkekligin, daha dogrusu erkeklere atfedilen gucun simgesi ve bunu pekala bir kadin da kullanabilir.
wilhelmina von hallwyl (1844-1930) isvec'in en zengin adamlarindan birinin kizi. pesindeki servet avcisi adamlardan kacip avrupa'yi gezmeye basliyor. 3 yilin sonunda almanya'da tanistigi isvicre'li genc bir adamin evlilik teklifini kabul ediyor ve boylece kont walther von hallwyl ile hayatini birlestiriyor. kont ve kontes kendileri icin bir malikane yaptirmaya karar verdiklerinde 3 kizlari da coktan evlenip baba evinden ucmuslar. yani 40 odadan olusan 2.000 metrekarelik hallwylska palatset yalnizca 2 kisinin ikameti icin tasarlanmis.
stockholm'de cok buyuk binalar var. bu guzel eski binalar disardan bakinca kale gibi gorunuyorlar. camlari, kapilari siki sikiya kapali. merakli gozlerle bakiyorum onlara. biri bir kapiyi aralasa da soyle bir iceriye goz atsam diye geciriyorum hep icimden. ama sanki oralarda sakli birtakim hayatlar yasaniyor. ben yeni bir binada, normal bir apartman dairesinde oturuyorum. ama bir firsat olsa cok istiyorum o eski binalardan birine tasinmak. o zaman gercek bir stockholmer olup, bilmedigim bambaska bir hayat yasamaya baslayabilirim sanki. sehrin en aristokrat caddelerinden birinde bir binanin onunden gecerken muze oldugunu gormustum. yani parayi veren, bu kaleyi fethedebilirdi. bir suredir koymustum kafaya bu isi. ve bir aksam karar verdim oraya gitmeye. ertesi sabah evden cikmadan once haritayi inceledim. yuruyerek gitmekti niyetim. guzergahimi belirledim. gene cantama su ve cikolata aldim. haritam, vincent (ipod'um), semsiyem, ekstra hirkam, ivir zivir derken sefere cikmaya hazirdim.
hallwylska museet 4 katli kocaman bir bina. icinde pek cok mimari tarz birarada kullanilmis. ayrica zamanina gore ileri teknoloji unsurlar barindiriyor. mesela odalardaki somineler kullanilmayip sus olarak yapilmis cunku bina yerden isitiliyor. butun odalarda cok guzel avizeler var ve gercekten elektrikli ampuller kullanilmis. bu bina stockholm'un elektrikle aydinlatilan ilk evi. icerde dunyanin dort bir tarafindan getirilmis porselenler var. sanata oldukca duskun olan kontesin resim koleksiyonunun da cogu burda. ama bu evi en ilginc yapan sey su; kontes bu eve ilk adim attigi gun bu evin bir gun muze olacagi projesini kafasina koymus zaten. ilk gunden kontesin oldugu gune kadar eve giren her parca esya kataloglanmis. tam 50.000 parca sey eve giris tarihi, nerden kac paraya alindigi, nerde nicin kullanildigi, neyden yapildigi filan gibi akliniza gelebilecek her detayla kataloga islenmis. bu katalogdan limited edition olarak 110 adet basilmis. ve bir tanesi new york metropolitan muzesi'nde olmak uzere dunyanin cesitli muzelerinin arsivinde duruyor. son donemde evde esyalarin sergilenmek uzere cesitli dolaplara, camekanlara yerlestirilmesi isi evi o kadar ele gecirmis ki hizmetciler evden tasinip yakinlarda baska apartmanlarda oturmuslar. 1930 yilinda kontes kocasindan sonra hayata gozlerini yumdugunda ev o gun muze olarak kapilarini acmaya hazirmis. tum levhalari, guvenlik kordonlari, yonetim odasi hersey ama hersey hazirmis. hayati boyunca kadin oldugu icin ikinci planda kalmis olmanin buruklugunu tasiyan kontesin en buyuk istegi de muzenin bir kadin tarafindan idare edilmesiymis.
muzeyi rehber esliginde bir grupla gezdim. bu siradan bir muze degildi cunku, rehberin anlatacaklarini duymak istedim. bunlardan aklimda kalan birkaci soyle. 2. katta icinde guzel bir steinway piyano da olan bir salon vardi. bu salonun her iki tarafinda birer dinlenme odasi bulunuyordu; biri kadinlar ve biri de erkekler icin. kont ve kontes konuklarini birarada agirlamiyorlardi. cunku kadinlar sanattan, gunluk islerden konusurken, erkekler para, siyaset ve kadinlardan bahsediyorlardi ve bunlari kadinlarin yaninda konusmak her iki taraf icin de uygunsuz bir durumdu. yani bir nevi haremlik, selamlik durumu mevcuttu bu 19. yuzyil kuzey avrupa malikanesinde. erkeklerin dinlenme odasinin duvarinda kontesin yagli boya bir tablosu asiliydi. fakat bu gormeye alisik oldugumuz tarzda bir resim degildi. kontes ressamdan ne goruyorsa cizmesini istemisti. uzerinde siradan gundelik bir kiyafetle bir koltuga yampiri bir sekilde oturmus olan kontes bir kolunu da aynen bir erkek gibi arkaya atmisti. bunlarin disinda ne goruyorsunuz resimde diye sordu rehberimiz. ben kendimi tutamadim ve kontesin biyiklari var sanirim dedim. gulerek evet dedi rehber. malikanedeki diger tum resimler kizlarina ve diger aile uyelerine aitti. butun kadinlar kendilerinden beklenecegi uzere uzerlerinde guzel tuvaletler, ellerinde eldivenler, bir ellerinde yelpaze ile asil pozlar vermislerdi. oysa kontes erkeklerin odasinda bir resim cercevesinde dahi olsa biyiklarini burarak bas kaldiriyordu. sirf kadin oldugu icin yeterince egitim gorememis olmaya, evlendigi gun babasindan kalan buyuk servetinin her kurusunun kocasinin yonetimine gecmis olmasina ve o odada erkeklerle oturup sigara icip siyaset konusamiyor olmaya isyan ediyordu herhalde. daha sonra yatak ve konuk odalarinin oldugu kata gittik. odalardan birinde rehber gene bize nasil bir oda bu sizce dedi. karanlikti, cok fazla esya vardi, sanki tum bosluklar bilincli olarak doldurulmustu. evet dedi rehber, o doneme ait bir kavramdi bu; fright of emptiness, yani bosluk korkusu. bir duvara dikkatimizi cekti. herhalde 20-30 kadar cerceveli resim asiliydi. iste bu da ayni endiseyle doldurulmus bir duvar dedi. sonra banyolarin tuvaletlerin oldugu bir kisim gezdik. tuvaletler alafrangaydi ama tabii ki kanalizasyona bagli degildi. bunun yerine kapali bir bolmede lazimlik tarzi birseyler vardi. geceleri hizmetciler bunlari bosaltiyordu. tuvalet oturaginin yan tarafinda bir rafta kucuk bir kadeh duruyordu. evin beyi bu isi yapan hizmetkari bir kadeh
snaps'le odullendiriyordu.
snaps ozellikle iskandinav ulkelerinde tek seferde kafaya dikilerek icilen viski, brandy, vodka gibi sert ickilere verilen isim.
ailenin bir baska asi kadini ise kont ve kontesin ikinci kizlari; ellen. kocasinin isleri sebebiyle yurt disinda olduklari bir donemde oglunun ogretmenine asik oluyor ve ulkesine doner donmez ailesine bosanmak istedigini acikliyor. kont bunun kabul edilemez birsey oldugunu, cok istiyorsa ayri yasamasini soyluyor kizina. ancak o sevdigi adamla evlenmek icin bu fikrinden vazgecmiyor ve buyuk bir skandala imza atiyor. bunun uzerine kont kizini evlatliktan reddediyor ve mirasindan da mahrum birakiyor. bununla da kalmayip mahkeme oglunu ellen'in elinden alarak buyutmeleri icin kont ve kontese veriyor. sevdigi adamla evlenen ellen stockholm'un disinda bir yerde kir hayati yasiyor. uzunca bir sure de uzaklara gidiyor ve kocasiyla dunyayi geziyor. ozellikle afrika ve guney amerika'yi cok seviyor. gittigi yerlerde gordugu degisik insanlar, degisik hayatlar ona ilham kaynagi oluyor ve hem resim hem de heykel calisiyor. ayni zamanda muzikle de ilgileniyor. cok iyi piyano caliyor ve hatta beste yapiyor. resimlerinin oldugu bir odada onun bir bestesinin notalari sergileniyor ve fonda da bu guzel parca caliyordu. katlardan birini gezerken hafif bir piyano sesiyle guzel bir muzik duymustum. iste duydugum sey buymus. yillar sonra kont kizini affediyor ve cocuguyla da gorusmesine izin veriyor. ama butun bunlarin ne buyuk bir dram, ne buyuk bir mucadele ve ne buyuk bir yasama sevinci barindirdigini da dusunmeden edemiyor insan. ne kendilerine, ne baskasina, ne de hayata kusmuyor bu insanlar. ellen butun bu seyahatler boyunca bir yandan hep hasta. bu yuzden de hep biraz yorgun. ama su fotografina ozellikle ve uzun uzun baktim. gordugum sey mutlu bir kadindi.
kontesin yazmis oldugu bir mektuptan bahsetti rehber. kendisinden, benim icin anormal dendigini biliyorum ama ben de kendimi normal bulmuyorum zaten diye bahsediyordu. anormal miydi bu kadin diye dusundum. turun sonunda rehber bizi giris katinda birakti. ben kosarak ust kata ciktim. kontesin resminin karsisina gectim. karsilikli epey bakistiktan sonra hayir dedim, hicbir anormalligin yoktu, yalnizca degisik bir insandin, hepsi bu.