Thursday, July 29, 2010

dunyanin butun sabahlari geri donussuzdur

bugun sabah baslayan yagmur aksama kadar hic durmadi. konsere gidecegim kilisenin yolunu ancak yuruyerek bulabilecegim icin biraz endiselendim dogrusu. fakat hava durumunu saat dilimlerine ayirmis olan internet sitesi aksam 7-8 diliminde yagmurun yagmayacagini soyluyordu. 7'ye ceyrek kala camdan baktim, hala yagiyordu. sansimi denerim artik, konseri dinleyemeyecek kadar islanirsam geri donerim diye dusunup giyindim. 7'de evden ciktigimda yagmur durmustu. disarda cok guzel bir hava vardi. kapali ama ilik, hafif ruzgarli. sehrin en sevdigim caddelerinden birinde hizlica yurumeye basladim. yakinlarda bir kilisede barok muzik konserine gidiyordum. sonra saat 7 bucuk oldu ve kilisenin cani calmaya basladi. ben bahceye girdigimde birisinin kapiyi kapattigini gordum. kosarak kapiya gittim. iceri girdim. program kagidini aldim. herkes oturmustu, ben de en arka siranin ucuna oturdum. ben oturunca onumdeki kuzey avrupali zarif adam yana kaydi, hafifce omzunun uzerinden geriye bakip benim de muzisyenleri gordugumden emin oldu. sonra da konser basladi. sahnede barok keman, viola de gamba ve cembalo'dan olusan ensemble melero adli uclu vardi. sonra dunyanin ne degisik bir yerine geldigimi dusunmeye basladim, bu insanlarin dilini ogrenmek ve onlarla konusmak icin ne kadar sabirsizlandigimi dusundum. sonra butun gun yagmurun ne guzel yagdigini, barok muzigi ne kadar sevdigimi dusundum. bir 300-400 yil kadar gec gelmis olabilir miyim acaba dunyaya diye dusundum. butun demode, annane zevklerim bu sebepten olmasin dedim. ve sonra marin marais calmaya basladilar: sonnerie de sainte genevieve du mont de paris; nam-i diger paris st. genevieve'in canlari. tous les matins du monde! bu filmin ve bu muziklerin burda bir yerde karsima cikacagini biliyordum zaten. ama bugun o konserde olabilecegini bilmiyordum.

bu filmi anlatmak cok zor gercekten. izlemek lazim ve hatta dinlemek. muzikle ve askla ilgili bir film. huzunlu ama cok guzel bir film. en sevdiklerimden biri...

bu ulkeye ayak bastigimda aklima gelen ilk seylerden biri olmustu bu film. nedenini bilmiyorum.

tous les matins du monde sont sans retour...


https://www.youtube.com/watch?v=dzGWh-RKnyY

Wednesday, July 28, 2010

kuskonmus spagetti


cooook lezzetli ve cok da kolay bir tarif bu. sebzeli spagetti de diyebiliriz ama asil ozelligi pek de kullanmadigimiz kuskonmaz'i kullaniyor olmamiz.

bir-iki demet kuskonmaz
bir kase bezelye
3-5 sap yesil sogan
8-10 mantar
zeytinyag, tereyag
beyaz sarap
500 gr spagetti
kuskonmazlari 3 parmak boyunda kesip zeytinyaginda biraz kavuruyoruz. uzerine ince ince kestigimiz yesil sogani, sonra bezelyeyi ve sonra da mantari ekliyoruz. bu arada biraz da tereyag ekleyip, tuz, karabiber, kirmizi biber de koyuyoruz. uzerine soyle bir beyaz sarap gezdirip bes dakikacik pisiriyoruz hepsini.

bu arada spaggetti'yi haslayip suyunu suzuyoruz ve tavadaki bu karisimin icine dokup bir guzel karistiriyoruz.
tabaklara servis yaptiktan sonra uzerine peynir rendeliyoruz.
nasil, guzel gorunmuyor mu? :)


buyuk usta marios'un yapim asamasi fotograflariyla: http://macondo-sunsets.blogspot.com/search/label/asparagus

Sunday, July 25, 2010

inception

film bitip de ekranda christopher nolan'in adi yazinca, hah dedim, simdi oldu...yonetmenin kimligiyle son kare de yerine oturmus oldu. bu adam kesin kuzey avrupali diye dusunerek eve geldim ama baktim ingilizmis.

'inception' cok guzel bir film olmus. tavsiye ederim. leonardo gene cok iyi oynamis. ben cok seviyorum bu adami. artik bir oscar versinler, ayip oluyor bence..

film ruyalardan yola cikarak bilinc alti incelemesi yapiyor. bir yerden sonra ruya gercek birbirine giriyor. bazen insan ne kadar detayli, komplike ruyalar gorur, inanilmaz gercekten. yani biz derin uykudayken, bilincsiz bir durumdayken, beynin bunlari yapiyor olusu cok garip. bazen kendi ruyalarimi dusunurum, hic bilmedigim yerler, hatta tanimadigim insanlar, karmakarisik, upuzun ruyalar. nasil bunlarin goruntuleri kafamin icinde olusabiliyor, beyin bunlari nasil kurguluyor, kimlere nasil rolleri dagitip oynatiyor diye dusunurum ama icinden cikmama imkan yok bunlarin. yillar once bir yer vardi, ruyalarimda giderdim. gercek hayatta gitmedigim, bilmedigim bir yer. birkac kereden fazla ayni yeri gorunce her uyanisimda hayretle gene gittim oraya diye dusunurdum. cok uzun zamandir gormuyorum orayi. neresi oldugunu da hala bilmiyorum. hala bilmiyorum derken, belki gercekten vardir oyle bir yer. ya da belki gercekte orda yasiyorumdur ve su anda ruya goruyorumdur. film de bu dusunceden yola cikmis iste..

bunu da bir filmde duymus olabilirim ya da bir yerde okudum. artik bazen okuduklarim, izlediklerim ve dinlediklerim birbirine giriyor. hangisi nerden hatirlayamiyorum. ha bir de ruyalar var tabi...

ruyamda kelebek oldugumu gordum. sonra uyandim ve insan oldugumu gordum. dusunuyorum da, belki de su anda bir kelebegin ruyasini yasiyorum aslinda..

Friday, July 23, 2010

krep



super lezzetli ve bir o kadar da yapilisi basit bir yiyecektir bu krep. adindan dolayi da artistiktir :)

3 yumurta
4 kahve fincani un
5 kahve fincani sut

birkac yapistan sonra un ve sutu fincanla olcerek koymaktan vazgeciyorsunuz zaten. malzemeleri bir kabin icerisinde cirpma teli ile iyice karistiriyorsunuz. akiskan bir sivi hamur oluyor. ortasina 2-3 cm capinda sivi yag dokulmus tava isindiktan sonra sapindan saga sola ceviriyorsunuz tavayi ki yag tum yuzeye bulassin. tavanin ortasina da bu sivi hamurdan 10-15 cm capinda dokuyorsunuz. ayni sekilde gene tavayi sapindan saga sola cevirerek hamurun butun tavaya yayilmasini sagliyorsunuz. tabii ne kadar hamur dokulecegi biraz da tavanin buyuklugune bagli. sonuc olarak krep 1-2 mm kalinliginda olacak. alt yuzey piser pismez bir sipatula yardimiyla diger tarafi ceviriyorsunuz. orasi da pisince tavadan aliyorsunuz krepi. ve ayni islem butun hamur bitene kadar tekrarlaniyor. yukardaki olculerle 7-8 kadar krep cikiyor. sabah kalvaltilarinda yenebilecegi gibi bes cayina da yakisan krep recelle yendiginde tatli krizine birebir geliyor. afiyet oluyor..

Thursday, July 22, 2010

40 gun 40 gece sonra ve mevsimlerden 'kis'

40'i cikmak derler ya...dogumdan sonra ve olumden sonra da 40 gun sayarlar. demek 40 gun gerekiyor; birseylerin yerine oturmasi icin.

ivir zivir seyler satan bir magaza geziyorduk bugun. seni artik cikartamayiz burdan dedi. neden dedim. calan parca yuzunden dedi gulerek. vivaldi caliyordu. cok sasirdim, mutlu oldum. icimi buyuk bir nese kapladi. demek 40 gun yeterliydi bir insana kendinizi anlatmak icin...

bu sehirle ilgili en buyuk korkum usumekti. en buyuk uzuntum yazlik ayakkabilarimi burda giyemeyecek olmakti. oysa 40 gundur ege ya da akdeniz sahillerinde yasanabilecek sicak yaz gunleri geciriyoruz. ama ancak simdi anliyorum ki bu sehre yakisan mevsim kis. uzerime konan kristal kar tanelerinin siyah montumun kolunda fotograflarini cekmeye calismistim gecen kis. ilk kar ne zaman yagacak acaba diye dusunuyorum simdi ve bir baska mevsimi bekledigimi farkediyorum.

kim derdi ki vivaldi'nin dort mevsimi icinde 'kis' beni anlatan parca olur. birgun. demek ki birgun, baska seyler mumkun aslinda..

http://www.youtube.com/watch?v=nGdFHJXciAQ


stockholm, aralik 2009

Wednesday, July 21, 2010

mutfakta biri var

meger hayatimizi olusturan seyler rutinlermis. bir sabah kalkip yapacak hicbir rutininiz olmadigini dusunsenize? tatilde bile yapilacaklar listesi bellidir. sabah kalkilacak, kahvalti edilecek, denize/havuza gidilecek, aksam uzeri gezmeleri yapilacak, aksam yemegine hazirlanilacak, belki gece disari cikilacak filan...butun rutinlerini geride birakmis biri olarak benim tek rutinim var simdi; gunde 3 ogun yemek yemek! meger ben kendimi degil sevgili istanbul beni doyuruyormus yillardir. besiktas'in koftecileri ve hatta yemeksepeti manevi annem olmus da haberim yokmus! simdi burda kendi kendine evcilik oynayan cocuklar gibiyim. bir insan ancak bu kadar kendine maruz kalabilir. ogun aralarini uzatiyorum ki 3 ogun 2 ogune hatta mumkunse tek ogune insin. denedim, bu mumkun. acikmamis numarasi yapmak da mumkun. yemek yapmamak icin direnmek ve abur cuburla gunu gecistirmek mumkun. ama gunu kurtarmak adina ne yaparsaniz yapin, ertesi gun en bastan gene basliyor bu dongu. sabah oluyor ve gene gune birseyler yiyerek baslamak gerekiyor.

butun zorluklarin yanisira, yapisal bir bozukluk mudur (oyle oldugunu biliyorum zaten) yoksa hayatima giren bu yeni duruma bir direnis midir (ama bu da var tabii) bilmem, bir de balik hafiza durum mevcut. gecen hafta yaptigim birseyi bugun yapmak istesem (cilginca istesem bile mesela) mutlaka acip tarifine bakma ihtiyaci duyuyorum. sonra basliyorum tarifi yazdigim kagitlari aramaya, maillerin icinde ariyorum bazilarini; giden mailler, gelen mailler, gmail, yahoo, kimden gelmisti, kime gitmisti bu mailler?...bazen buluyorum ama bazen bula-ma-ya-da-biliyorum!!!

babam kucukken bana serce kizim derdi. hem hep kucuk bir insan oldugum icin hem de her zaman az yemek yedigim icin herhalde. oysa bu sehrin serceleri gayet istahlilar ve geride kalmis en ufak kirintiyi affetmiyorlar. bir kafede tatli yiyip kahve icmistik. kasiklarimizi tabaga biraktigimiz anda bize aldirmadan yemege dalan sercelere inanamadik.

'mini mini bir kus donmustu, pencereme konmustu' icerikli sarkidan ilham alip yemek konusuna egilmeye ve denedigim tum yemek tariflerini de burda biriktirmeye karar verdim. yani artik, mutfakta biri var :)

Saturday, July 17, 2010

welcome to stockholm

benden daha cok fotograf isteyenler sehri merak ediyor tabii. guzel ve kucuk bir video buldum. sehrin su anki halini cok guzel yansitiyor. ayni videonun kis mevsimi versiyonunu da ben cekip bizzat kendim buraya koyacagim. bu videoya aldanip da akdeniz kenarinda bir sahil kasabasi sanilmasin bu nadide ve de kisin buz tutan ama gene de guzel sehir! :)

http://www.stromma.se/en/STOCKHOLM/Inspiration/City/Discover-Stockholm/

Thursday, July 15, 2010

ne var, ne yok

bunlar genelde annemin cevabını merakla beklediği sorular.
işte var-yok envanteri:

aklıma gelen hemen her sebze-meyve var. kabak, patlıcan, taze fasulye, karnıbahar var. patates, soğan, sarımsak tabii ki var. muz ve elma her mevsim var. portakal, greyfurt, mandalina var. kiraz, şeftali, nektarin, kavun, karpuz, çilek var ama ne yazık ki lezzetleri yok. bilumum berry ailesi var. çarliston biber yok. rengarenk çeşitli biberler var. dolmalık yeşil biber, çarliston biber gibi şeyler türk/yunan/arap bakkal gibi şehrin dışında bazı yerlerde bazen var. lahana yok. kesin ve net olarak yok. yani zeytinyağlı lahana sarması ya da kapuska yapamayız. coleslaw denen beyaz lahana var. coleslaw salatası yapabiliriz.

pastane yok. pasta tarzı şeyler de marketlerde satılıyor. bizim kuru pastamız yok. çeşitli pastamsı şeyler, kekler, kurabiyemsi bisküviler var. milföy hamuru var ama ne yazık ki yufka yok. börek yok!

bal var. reçel yok. marmelat var.

zeytin var, zeytinyağı var. genelde kaşar tarzı peynirler var. bizim yağlı beyaz peynirimiz yok maalesef. tulum peynir de tabii ki yok. hellim var oysa ki. yoğurt var. fiyonk makarna yok.

banyo için kalıp sabun yok. el sabunları var, renkli, kokulu ama çok da yok. sıvı sabun ve duş jeli var bolca.

çay var. çaydanlik yok. ince belli çay bardağı yok. çay tabağı yok.

balık var. ama bizdeki kadar çeşit yok. genelde kuzey denizinden gelen büyük balıkların parçalanmış halleri var. çokca somon var. hamsiydi, tekirdi, küçük balık yok.

alkollu içeceklerin marketlerde ya da baska yerlerde satışı yok. tekel bir kurum var ve sadece onun mağazaları satabiliyor. dünyanin dört bir yanından ithal edilmiş şarap var, çeşit çeşit bira var. bu mağazaları gezmek çok zevkli. raflar dolusu şarap. değişik şişelerde, çok güzel etiketli olanları var. ayrıca meyve suyu gibi karton kutuda 1 litrelik, 3 litrelik şaraplar da var. bir de alkol oranı az şaraplar var. geçen gün bir yerde okudum, ekolojik şaraplara ve daha sağlıklı olduğu için alkol oranı az şaraplara da ilgi varmış. şaraplarda cogunlukla mantar yok, kapak var.

onca şarabın içinde türkiye'den şarap yok bu arada.






gazela çok güzel bir portekiz şarabı. alkol oranı düşük (%8.5) ve şampanya gibi hafif gazlı. gazoz gibi kokuyor ve tadı enfes.storks' tower da rose ispanyol şarabı (%12.5).

Tuesday, July 13, 2010

going somewhere


stockholm, dolunay, 26/06/2010, 21:42 & 21:47

any minute now, my ship is coming in
I'll keep checking the horizon
I'll stand on the bow, feel the waves come crashing
come crashing down down down, on me

and you say, be still my love
open up your heart
let the light shine in
but don't you understand
I already have a plan
I'm waiting for my real life to begin

when I awoke today, suddenly nothing happened
but in my dreams, I slew the dragon
and down this beaten path, and up this cobbled lane
I'm walking in my old footsteps, once again
and you say, just be here now
forget about the past, your mask is wearing thin
let me throw one more dice
I know that I can win
I'm waiting for my real life to begin

any minute now, my ship is coming in
I’ll keep checking the horizon
and I'll check my machine, there's sure to be that call
it's gonna happen soon, soon, soon
it's just that times are lean

and you say, be still my love
open up your heart, let the light shine in
don't you understand I already have a plan
I'm waiting for my real life to begin
on a clear day, I can see, see a very long way..
(colin hay/waiting for my real life to begin/album: going somewhere)
scrubs/s2 ep13/'my philosophy'

Thursday, July 8, 2010

always take the weather with you



stockholm sehir merkezinden trenle yarim saat uzaklikta baltik kiyisinda bir yer burasi: saltsjöbaden. yukardaki fotografi mart 2010'da cekmistim. kar uzerinde ayak izleri gorulen yerler aslinda deniz. o zaman hava -20 dereceydi. karli olmanin disinda her yer catir catir buzdu. nefes alirken soguktan burnumun diregi sizlamisti. biraz dolanip tren istasyonunun yanindaki kafe'ye siginmistik, kahve icmistik. donus icin bir sonraki treni beklemistik.

ankara ve istanbul'da ben gittigimden beri surekli yagmur yagdigini duyuyorum. sanki her iki sehrim de arkamdan agliyor. ve isin tuhafi stockholm bir mucizeye imza atiyor. yaklasik 4 haftadir kesintisiz gunes var burda. nerde bu gunes diye soranlara cevabim; burda, tam tepemizde. ustelik de gunde 19-20 saat calisarak fazla mesaide...

tarih 5 temmuz pazar. saltsjöbaden plajinda denize girdim. buzlu halinde denizin uzerinde yurumeye korkmustum ama buyuk bir cesaretle buz gibi suya daldim. hava sicak oldugu icin usumedim. disardan gayet mavi ve guzel gorunen deniz icine girildiginde bulanik tuhaf bir yesil oldu. gorunuse aldanip avucumu yaladim ve suyun ayni zamanda tuzlu da olmadigini gordum. eve gelip arastirinca ogrendim ki baltik denizi dunyanin hacim olarak en buyuk brackish (az tuzlu, hafif aci) ic denizi. wikipedia bir digeri de kara deniz olabilir diyor ama bu iki denizin birbiriyle alakasi yok bence. baltik'in guneyi deniz baglantilari oldugu icin daha tuzluysa da kuzeye gidildikce bu oran yok denecek kadar azaliyor. hatta iyice kuzeyinde tatli su yaratiklari yasiyor.

gunun sonunda uzerimi degistirmek icin giyinme kabini oldugunu tahmin ettigimiz yere dogru yurudum. koyumsu kucuk bir girintide yer alan plajin saginda ve solunda dambad ve herrbad yazan kadin-erkek bolumleri vardi. biz bu yapilari dus, giyinme kabini filan sandik tabii. meger kadin ve erkeklere ozel bu bolmelerde de denize girip guneslenebiliyordunuz, hem de dilediginiz gibi. yani erkekler tarafinda durum neydi bilmiyorum ama kadinlar tarafinda ustsuz ve cogunlugu cirilciplak kadinlar denize giriyor, gunesleniyor, sandalyelerde oturmus kitap okuyorlardi. saskin bir sekilde uzerimi degistirip ciktim ordan.

donus icin trene binmeden once asagidaki fotografi cektim. ayni manzaranin bir de yaz hali..