Monday, January 17, 2011

manastırlı hilmi bey'e dördüncü mektup

yıllar geçmedi, yıllar eskidi
dokunduğum yerde kalıyorum
yaşlı bir kelebek gibi.
yeni bir renk buldum bugün, suyun akışı rengi
oyuğumdan çıktım
çıkmamı duydum
bir süre yürüdüm yürüdüm
hiç kimsenin ağzını dayayıp da
suyunu içmediği bir çeşme gibi durdum
durdum ki
önce bir elektrik mavisi çöktü içime
sanki bir suya anlatıldım da bilinemedim
ben
benzersiz bir geyiği okşar gibi
sevgisizliği okşayıp geçtim
yol boyunca insanların
uzak yakınlığını
okşayıp geçtim
sinema girişlerindeki fotoğraflara baktım -bir süre-
çürük elma kokulu bir sokağa girdim
küçük bir alana çıktım
cemal'i okuldan aldım
sonra..
kestiydim saçlarını çoktan
gözleri bir çift medüza şimdi
cemal'in
kurtuluş'ta unutulmuş bir bahçe için
bahane cemal
kollan iğreti, kısa
kır yollan gibi tekdüze bir anlatım yürüyüşünde
anlamsız
ve yanyana gelince beton yapılarla
hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün
yedeğine alıyor ikisini de
oysa pencerelerden sarkan ışıklar bile
herbiri başka başka
acılar başka başka
her günkü sözler, her günkü konuşmalar
aynı plaklarda aynı şarkılar
tutmuyor hiç birbirini
ve
mutluluk
bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa.
eski bir lokantadayız hilmi bey
beyoğlu'nda, arka sokaklarda
karşıdaki vitrinde
yeni cilalanmış bir tabut
bu garip gün sonundan sanki
pespembe üç haç eklenmiş ağzına
cemal'in
sadece pasta yiyor şimdilik
duvardaki denizkızına bakıyor ara sıra
bir düğmesi kopuk ceketinin
tırnakları tertemiz
gömleği buruşuk -biraz-
bazı belirtiler bazı belirtilerle buluşunca
sözleşiyor kafasında insanın:
bu çocuk beni hiç sevmedi
sevmeyecek.
kim kimi sevdi? kim kimle yaşıyor ki?
bezik oynuyoruz, rakı içiyoruz
ve konuşmuyoruz gerekmedikçe
arada mektup yazıyorum sana
ah, olmayan sana. hiç olmadın ki
bunu kendime, cemile'ye söylüyoruz.
bitti yalnızlıklar, bir büyük yalnızlık var artık
iki kaktüs gibiyiz cemalle ben
kendi çöllerimizden koparılmış.

edip cansever

No comments:

Post a Comment