yaz okulunda bir sinema dersi almıştım. ödev için kütüphanenin multimedya bölümünde bir film izlemem gerekiyordu. arşivde filmi ararken before the rain'i gördüm. bu filmi o kadar çok merak ediyordum ki. 90'lar filmleri sinemada izlemeniz gereken yıllardı. yoksa o gün kütüphanede olduğu gibi ancak bir tesadüf size izlemek istediğiniz filmi getirebilirdi. ama müzik cd'lerinin korsanları çıkmaya başlamıştı. kampüsün kapısında korsan cd satan bir tezgahtan almıştım filmin soundtrack'ini. film hakkında hiçbir şey bilmiyordum ama o kadar çok dinlemiştim ve o kadar beğenmiştim ki müziklerini, işte bu yüzden de filmi çok merak etmiştim.
before the rain hayatımda seyrettiğim en etkileyici filmlerden biriydi. o günü bu yüzden hiç unutmam. istanbul'da gördüğüm en sıcak yazdı. nemden ve sıcaktan ağırlaşmış havanın içinde hareket etmek hatta nefes almak bile çok zordu. herşey bir rüyada gibiydi aslında. üzerimde askılı beyaz bir tişört, batik uzun bir etek ve ayağımda da krem rengi rugan babetlerim vardı. o güzel eteğim hala durur. ayakkabılar ne yazık ki kalbimde yaşıyor. filmin çok enteresan bir kurgusu var. film 3 parça halinde sunuluyor. önce üçüncü parçayı izliyoruz ve sonra bir. sanki iki ayrı hikaye izlemiş gibi oluyoruz. olaylar ve insanlar birbirinden bağımsızmış gibi. fakat ikinci parça başladıktan kısa bir süre sonra insan nasıl bir kapana kısıldığını anlamaya başlıyor. orada filmin son yarım saatini herşeyi biliyor olmanın çaresizliği içinde izlemiştim. sonun aslında başlangıç olduğunu, başlayan herşeyin de sonu bulduğunu ve bunun bitmek bilmeyen bir döngü olduğunu düşünerek. kader denen şey de buydu herhalde. bu çaresizliğe kader diyerek bir teselli bulmuştuk..
geçen gün kütüphaneden başrolünde katrin cartlidge'in oynadığı bir film aldım ve gece seyrettim. before the rain aslında ordan aklıma geldi. 2002'de 42 yaşında hayata gözlerini yuman oyuncuyu ilk defa before the rain'de izlemiştim. career girls de aslında ilginç bir film. 80'lerde aynı öğrenci evini paylaşan iki kız yıllar sonra 90'larda biraraya gelip birinin evinde birkaç gün geçiriyorlar ve geçmişi anıyorlar. öğrenci evinde elden ele dolaşan bir kitap var; wuthering heights, emily bronte. kitapla yapılan bir de ritüel var; arada biri kitabı eline alıyor ve ötekinin sorusunun cevabı için kitaptan gelişigüzel bir sayfa ve satır seçip okuyor. yıllar sonra buluşmalarının ardından yolcu ederken kızlardan biri diğerine bu kitabı hediye ediyor ve bir soru sormasını istiyor. o da kitaba şunu soruyor: miss bronte, miss bronte, am i going to be happy soon?
en son istanbul'a gittiğimde, evde kaldığım birkaç gün boyunca bu cd'yi dinlemiştim. o sırada nerden aklıma geldiğini bilmiyorum. zaten hiç dinlemesem de arada kafamda çalar. aslında hayatımın soundtrack parçaları bunlar..
No comments:
Post a Comment