kendi yaşamına
-güvercinsiz bir avlu mu? olabilir
sırları dökülmüş bir ayna?-
oysa çok geçti
yıllar yıllar yıllar
her geçen yıl elinde sanki
yıprak, filizi yıllar
'şey' sözcüğü gibi bağıntısız
ağaççileği gibi durduğu yerde bir ezinti
piyano tuşları -tek tek bakıldığında-
çarçabuk bir göz atıldığında aynntısız -beyaz-
yıllar
seniha
gözlerinin altı uzun menekşe.
dün korkuttu beni -bazan oluyor-
kocası izmir'de yaşıyor, karşıyaka'da
sahici bir ayrılığın dikişini dikiyor seniha
mavi mavi
usul usul yani
kocası -ben sevmedim hiçbir zaman-
ikizini bulmuş diyorlar. seniha aldırmıyor pek ,
aldırmıyor da
pudralar, kremler tiksindiriyor onu
bu yüzden bohemya kaseyi kırdı dün sabah
saçlarını kesecek oldu
sonra da sustu sustu sustu
akşama dek
hüzünler acılaşıyor hilmi bey
geceler katı ve parlak
- ansızın yere düşen
laciverdi bir kestane sesi-
acılar da acılaşıyor gittikçe
sanki
bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi
ödünç alıyorum seni bazen
çoğu kez geceleri
niye almayayım -kaç güz geçti-
ıslak kaputun gibi kokardı güzler
seni sevdiğimi unutmuşum hilmi bey
seni de unutmak istiyorum artık
unutmak! ama nasıl
sözgelimi çok hızlı oynuyorum beziği
içkiyi çabuk çabuk içiyorum
her şey bir hıza dönüşüyor -çoğu zaman-
odamı giyiniyorum
odamı soyunuyorum
yerlerini değiştiriyorum eşyaların
dışarı çıksam, bir tramvaya binsem
bir durak ötede hemen iniyorum
boynumdaki annemden kalma kolye
-pembe bir buğu, uçup gidiyor-
bazan koparıyorum, yeniden diziyorum
gökyüzünde kalın sırça ben
dünyaya tutuyorum kendimi, bakılıyorum
nedense hep böyle sanıyorum
'nerdesin, akşam oldu'
biraz anımsıyorum
sen bahçe kapısından girerken
bir kendim gibi caddelerdeyim
zamanın minesi soldu hilmi bey
demeye getiriyorum.
geçenlerde nisuaz'a gittim
cemal'e birlikte
hasır koltuklara oturduk
dışarda kar serpeliyordu, iki elma, külde pişirilmiş
giderek küçülüyordu -gözleri cemal'in-
kahveyle konyak içtim
cemal tarçın içti, konuştu biraz
herkes bana bakıyor, herkes bana bakıyor, herkes
bana bakıyor -bana öyle geliyor-
bacaklarım -işte!- güzeldir çok
aralık kapıdan kış kokusu doldu içeriye
ürperdim -işte!- omuzlarım da güzeldir
ama ben
kaçarak yaklaşıyorum her görünmeye
uzaktan uzağa gözgözeyim
uzaktan uzağa öpüşüyorum
uzaklarda biriyle sevişiyorum
erkeğe benzer yalnız bir dişiyim ben
evet evet öyleyim
hiç değilse öyle olmalıyım
her neyse..
az sonra muhassen geldi -tanımazsın-
kurtuluş'ta, aynı caddede oturuyoruz
sevişmenin gölgesi gibidir yalnızken
düşünmenin dişisi
evini işletiyor -bana ne bundan-
konyak içiyor o da
sonra bir konyak daha
kıpkırmızı gülüyor -gülsün, iyi-
bütün gövdesiyle gülüyor
bende gülüyorum
vitrinlerdeki kesme bardaklar
şarap şişeleri, bir gemi resmi
gülüyor durmadan hepsi
karşıda bir ev, kırk odalı sanki
her odada bir boy aynası
her boy aynasında
beyoğlu'nun bir parçası
durmaksızın gülüyor
yağan kar hemen eriyor yere düşer düşmez
gülmüyor, gülümsüyor
makyajını tazeliyor muhassen
kalkıp gidiyor
acının kış ayları, diyor birdenbire cemal
içine çekilip de soğuktan
oyuncağını orda bulamayan
bir çocuk gibi
-evet, hiç çocuk olmadı cemal
olmayacak da-
kalkacağız birazdan
acının kış ayları
ne yapsam belirsizim.
eve dönüyoruz -soldu minesi zamanın-
bugün de bir şey yaptık
tam kapıdan gireceğiz
uzakta bir laterna sesi
bir kadın ağlaması
pencereden sarkıtılmış bir sepet
sepette bir karnıbahar patlaması
sarı elmalar
içeri giriyoruz
bu kapı hiç değişmez mi, diyor cemal
bu kapı
ve her şey.
edip cansever
No comments:
Post a Comment